İklim değişikliğine ilişkin uluslararası hukuksal taahhütler, Türkiye açısından ilk olarak Ek II'den silinmesine ve Sözleşme kapsamındaki “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesine (1) başvurmaya yönelik özel koşullarının tanınmasına dair 26/CP.7 Kararı'nın (2) kabulünün ardından Mayıs 2004'te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (BMİDÇ) taraf olmasıyla yürürlüğe girmiştir. Daha sonra Türkiye, Ağustos 2009'da Kyoto Protokolü'ne taraf olmuş, ancak Kyoto Protokolü kabul edildiğinde BMİDÇ'ye taraf olmadığı için bağlayıcı emisyon azaltım hedefleri olan ülkeleri listeleyen Ek B'ye dahil edilmemiştir. Bu nedenle, Türkiye'nin şu an için bu hukuksal araçlar kapsamında sayısallaştırılmış emisyon azaltım veya sınırlama hedefleri bulunmamaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye, emisyon artışını 2030 yılına kadar %21 oranında azaltmayı taahhüt ederek, 2020'den itibaren iklim değişikliği azaltım yükümlülüklerinin çerçevesini belirleyen Paris İklim Anlaşmasını onayladı. “Paris Kural Kitabı”nın büyük ihtimalle kesinleşeceği Glasgow İklim Değişikliği Konferansı'nda (Kasım 2021) Türkiye'nin söz sahibi olmak istediği biliniyor. Dolayısıyla, Türkiye uygulama sürecini etkileyebilir.
Türkiye'nin uyması gereken iklim değişikliği hukuksal araçları bunlarla sınırlı değildir; zira, Türkiye'nin Ab müzakerelerinde 27. Fasıl olan Çevre ve İklim Değişikliği Faslı (3) kapsamında AB müktesebatına uyum sağlaması gereklidir. Dolayısıyla, yerel mevzuat muhtemelen AB Müktesebatı kapsamında iklim değişikliği kurallarına uyum sağlayacak şekilde değiştirilecektir.
Karbon kredilendirme mekanizmaları, ülkeler/işletmeler için sera gazı emisyonlarına ilişkin sınırları belirler. Sera gazı emisyonlarının büyük çoğunluğunu karbondioksit oluşturduğu için genellikle bunlar karbon kredisi veya karbon gazı olarak anılır. Türk Sanayisi söz açısından, Türkiye'nin yukarıda belirtilen hukuksal araçlar kapsamındaki taahhütleri dikkate alındığında karbon kredisi mekanizmaları uygulama konusunda hukuksal bir yükümlülüğü bulunmadığından şu anda herhangi bir karbon gazı emisyon limiti bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, ithalatçıların mallarında gömülü emisyonları, geçiş dönemi için herhangi bir mali yük olmaksızın, raporlamak zorunda olduğu AB'nin Sınırda Karbon Ticareti Mekanizmasın (SKTM) ilk aşamasını 2023 itibarıyla başlatacak olması nedeniyle, Türk sanayicisinin ve ihracatçısının karbon fiyatlandırma uygulamalarıyla karşı karşıya kalması kuvvetle muhtemel görünmektedir. 2026 yılı itibarıyla ise SKTM'nin olarak işletilmesiyle, ithalatçıların AB'ye ithal ettikleri toplam mallardaki gömülü emisyon miktarını yıllık olarak beyan etmeleri ve buna göre SKTM sertifikalarını sunmaları gerekecektir. (4) Bu nedenle SKTM, yüksek karbon emisyonlu üreticiler/ihracatçılar için ek vergilerle sonuçlanacaktır. SKTM'den etkilenecek olan beş sektör şimdilik çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre ve elektrik sektörleridir. Bununla birlikte, AB Komisyonu'nun süreç sonunda uygulamayı gözden geçirecek olması sebebiyle kapsamı genişletebilir.
Dolayısıyla bu sektörlerdeki Türk ihracatçıları, SKTM'nin uygulanmasından önce gerekli adımları atmazlarsa dezavantajlı bir rekabet pozisyonuna düşeceklerdir. Sanayici ve ihracatçıların karbon gazı emisyonlarını azaltmak için tesislerini dönüştürmek, önceden karbon azaltım sertifikaları almak gibi pro-aktif önlemler almaları gerekmektedir. SKTM'ye ek olarak, uluslararası gelişmelere paralel şekilde, Türkiye'nin aksi takdirde kaybedilebileceği fırsatları değerlendirmek için iklim değişikliğine yönelik önlemler alması muhtemeldir. Türk halkının AB'ye katılım konusundaki istekliliği göz önüne alındığında, karbon vergilerine yer veren zorunlu bir karbon kredi mekanizmasının düzenlenmesi seçeneklerin dışında değildir. Ayrıca, Türk toplumu iklim değişikliğinin sonuçlarının farkında olan bir toplum; daha katı karbon gazı azaltım politikaları ve taahhütleri için baskı yapan azımsanmayacak sayıda STK/siyasi figür bulunmaktadır.
Yenilenebilir enerji yatırımcıları ve karbon azaltım sertifikası almaya elverişli tesislere sahip yatırımcılar, bunun aksine, karbon azaltım sertifikalarının önemi her geçen gün arttığı için daha fazla fırsata sahip olacak; finansal imkanlar da buna bağlı olarak tırmanacaktır. Tarım, yenilenebilir enerji, atık yönetimi, ormancılık ve diğer enerji verimliliğine sahip projeler, bu geçiş sürecini bir iş fırsatına dönüştürebilecek sektörler arasında yer alıyor.
Özetle, karbon gazı emisyonu yüksek, riskli sektörler, özellikle Türkiye'nin en büyük ihracat ortağı olan AB'deki rakipleriyle arasındaki farkı kapatmak için hala yeterli zaman olduğundan, olası finansal dezavantajları azaltacak adımlar atmaya başlamalıdır. Türkiye, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın adını “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı” olarak değiştirmekte ve “İklim Değişikliği ve Uyum Koordinasyon Kurulu”nu kurmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin iklim değişikliği taahhütleri için hukuksal önlemler alma konusunda kesinlikle ciddi olduğunu görüyoruz. Buna karşılık, yakın zamanda açıklanan EBRD'nin yeşil ekonomi yatırımları için Türkiye'ye yönelik 500 milyon Euro'luk fonu (5) dikkate alındığında, iklim dostu sektörlerdeki yatırımcılar için bu geçiş sürecinden kaynaklanan yeni iş fırsatları doğacaktır.
KAYNAK
1- https://unfccc.int/resource/docs/convkp/conveng.pdf
2- https://unfccc.int/resource/docs/cop7/13a04.pdf
3- https://www.ab.gov.tr/chapter-27-environment_92_en.html
4- https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/qanda_21_3661
5- https://www.ebrd.com/work-with-us/projects/psd/52781.html
YAZAR
Av. Emir BAĞIŞ
Comments